Haber Türk Gazetesi – Başarıda Engel Tanımıyorlar
6 Eylül 2010, Pazartesi
Hürriyet Gazetesi – Engelsiz yüreklerden anneye en güzel armağan
09 Mayıs 2010, Pazar (Ankara Eki)
Cumhuriyet Gazetesi – Kanadı Kırık Kuş
09 Nisan 2010, Cuma (Ankara Eki)
M. Mebrur HATUNOĞLU
mebrur@gmail.com
Söyleşi Metni
“İnsanoğlu kanadı kırık kuş” diye başladı, sözlerine. Yüzünde bunca yılın yorgunluğu ile… “İnsanoğlu kanadı kırık kuş olmasaydı geriye dönerdim” dedi. Tam kırk bir yılın ardından… Biri kırk, diğeri otuz sekiz yaşında olan iki zihinsel engelli çocuk yetiştirmişti. Elli dört yıllık yaşamına tüm bunları sığdırmanın kırgınlığı olgunluğu ve gururuyla konuşuyordu. On üç yaşında, annesinin zoruyla Yozgat’a gelin gitmişti Çorum’dan. “O zamanlar çocuklar bu kadar sevilmiyordu galiba” dedi, “Yoksa bile bile teyzemin oğluyla evlendirmezlerdi. Hem de ‘deli’ oğluyla… Bilmiyordum kimdi, neydi, hiç görmemiştim ki… Evlendik, tam12 yıl ağladım hiç durmadan, bir evin bir oğluydu ama çocuktu o da. Benden 3-4 yaş büyüktü” diye devam etti. “Ne iş yapardı, nasıl geçinirdin” diye sorunca, yüzünde buruk bir tebessümle;“Köyün delisiydi dedim ya, ne yapacak, boş boş gezerdi” dedi sesi titreyerek…
Hem irkildim, hem utandım
Geçmişine geri döndürdüğüm için birden irkildim. Acıların, utanmışlıkların, kanadı kırılmışlığın, hatırlattığım için hem irkildim hem utandım kendimden. “İlk çocuğumSultan doğdu. Köy yeri bilemedik ki ne olduğunu, ‘Babası gibi’ dediler, arkasından İbrahim ve arkasından bir tane daha… Çok şükür sonuncusu iyi akıllı” dedi.“Hem de çalışıyor” dedi gururla… “Yozgat’ın içinde sekiz yıl kaldık. Dayanamadım, babamların yeni taşındıkları Ankara’ya geldim, bin bir zorlukla. Kayınbabamdan habersizce, önce İbrahimimi yolladım akrabamın yanına koyup Ankara’ya… Sonra da doktorlar beni de çağırıyor diyerek, iki çocuğumu da alıp geldim. Körler okuluna müracaat ettik bilmeden. Onlar da bizi Etlik’te bir okula yolladılar. Çocukları görür görmez okula aldılar. Kayınbabamın tüm ısrarına rağmen bir daha dönmedim Yozgat’a. ‘Evsiz işsiz ne yapacaksın buralarda?’ deyince, çocuklarla birlikte içeri girip, ‘Sizin bir temizlikçiye ihtiyacınız yok mu?’ diye sordum ve hemen o gün işe başladım. Tam33 yıldır bu işteyim. Çocuklar büyüdü, onların evi de burası artık. Üç çocuk, ben çocuk ve eşim çocuk. Beş çocuk birlikte büyüdük… 12 yıl ağlayarak dört çocuk büyüttüm. Eşim öldü, kayınbabamla kaynanama da ben baktım. Zaten ilk günden beri beni çocuklarına bakayım diye almışlardı. Sonra bize biraz olsun destek olan kayınbabam da öldü ve ben yatalak kaynanamla kaldım. 5 yıl süresince altını temizleyip, karnını doyurduğum ve oğlunun ölümünden sonra unutkanlıkları başlayan kaynanamla… Beş, altı yıl önce o da rahmetlik oldu.”
İyi ki varsınız ve iyi ki bir yerlerde yaşamlarımız kesişiyor
“Bazen Tanrı beni sınıyor diye düşündüm. Bazen İçin için ağlayarak, bazen de lanetler ederek geçti günlerim. Ta ki, emekli olana dek. Emekli oldum ama hâlâ buradayım ve buralarda öleceğim galiba. Her sabah servisle iki çocuğumu alıp, okula geliyorum. Akşamları da kayınbabamın ölmeden önce aldığı evimize gidiyoruz. İki çocuğum ve ben vakıfta mutluyuz. Bir oğlum çalışıyor zaten. Hep birlikte yıllar sonra yılların yükünden kurtulmuş, sıcacık yuvamızdayız. Artık çok da bir derdimiz kalmadı; bir evimiz ve kanatlarımız var artık. Sultan ve İbrahim kanatlarım oldu, diğer oğlum evimizin direği. Bundan başka ne ister ki bir insan” dedi fısıltıyla… Bütün konuşmamız süresince dalgalanan duygularım, kimi zaman boğazımda bir şeyler düğümledi, zaman zaman da yüreğimde fırtınalar kopardı. Yanından geçip gittiklerimizin, ötekileştirdiklerimizin yaşamımıza kattıkları her şey için teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız ve iyi ki bir yerlerde yaşamlarımız kesişiyor.
Cumhuriyet Gazetesi – İsyanlarım bitti
12 Mart 2010, Cuma (Ankara Eki)
M. Mebrur HATUNOĞLU
mebrur@gmail.com
Söyleşi Metni
Gözlerinin içi gülüyor, bunları anlatırken, gözlüklerinden görüldüğü kadarıyla. Hani şişe dibi dedikleri cinsten, kalın camlı gözlüklerden kullanıyor Emre. Fotoğraf çekerken zorlanması da bu yüzden…
Ona, burada rastlamasaydım asla zihinsel engelli diyemezdim. Son derece düzgün giyinen, sözcükleri düzgün ve yerinde kullanan bir genç Emre. Her karşılaşmamızda hal hatır sorup mutlaka tokalaşıyoruz. Atladığı hiçbir ayrıntı yok. Hani neredeyse kampus Emre’den soruluyor. Kim nerede ne yapıyor, Emre’ye sorun bilgi versin. Çok uzun zamandır fotoğraf çekip sohbetler ediyoruz. Babası ile olan olağanüstü güzel ilişkisinden, annesiyle sohbetlerinden ve henüz 13 yaşındaki kız kardeşinden bahsediyor sıkça. Gözlerinin içi gülüyor, bunları anlatırken, gözlüklerinden görüldüğü kadarıyla. Hani şişe dibi dedikleri cinsten, kalın camlı gözlüklerden kullanıyor Emre. Fotoğraf çekerken zorlanması da bu yüzden…
”Sayıyorum, sayıyorum 6 çıkıyor”
Hala ve dayı çocuklarının evlenmesi ile başlamış her şey. ”Hala ben bu kızla evleneceğim” diye tutturulan süreç, evlilikle sonlanmış. Evliliğin ilk yılında Emre doğmuş. Anne hastane odasında kucağına aldığında ilk fark ettiği, Emre’nin el parmakları olmuş.”Sayıyorum sayıyorum altı çıkıyor” diyor sohbetimizde. ”Sonra ayak parmaklarına baktım, onlar da her sayışta altı çıktı. Yanımda doğum yapan kadının annesine saydırdım sonra. O da “Altı kızım parmaklar, ne mutlu size, çok yetenekli bir çocuk olacak” deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü” diyor. Babası Emre’yi ilk gördüğünde durumu o an kabullenemiyor. Hiçbir şey demeden yavaş yavaş Emre’den ve evden uzaklaşmalar başlıyor. Ardından yıllarca süren içkili geceler, kumarlı günler, evden kopuşlar sürüyor. Annenin üzerine yıkılmış bir çocuk, iki yıl sonra nasıl olduğunu bile bilemediği bir çocuk ve iki ay sonra yeni doğan bebeğin ölümü ile süren bir yaşam. Emre’nin iki-üç yaşına kadar yürüyüp konuşamaması annenin dikkatinden kaçmıyor ama herkesin başından bu tür yaşanmışlıklar geçtiği için bir süre daha beklemeler. Eve hiç gelmeyen bir baba, parasızlık, işsizlik…
”Özel çaba sarf ediyorlar”
Yıllar süren isyanlar isyanlar… Okul çağına gelmeden önce el ve ayaklarından ameliyatlar ve bu yetmezmiş gibi bir de kalp ameliyatı sıkışıyor 6 yıllık ömrüne. Artık Emre elleri ve ayakları ile de okul çağına hazır bir çocuk oluyor. Emre’nin okul zamanı geldiğinde diğer çocuklar gibi devlet okuluna kaydı yapılıyor. Öğretmeni, okuma yazması için Emre’ye özel çaba sarf ediyor. Anne ”Sırf öğretmeni daha fazla ilgilensin diye öğretmeniyle aynı apartmana taşındık” diyor. ”Ben evin tüm işini yaparken öğretmeni de Emre’yle özel olarak ilgileniyordu.” Ama tüm çabalar boşa çıkıyor. Emre öğretileni hemen unutuyor. Üstelik gözlerinde de bir problem olduğu ortaya çıkıyor. Göz doktoru bundan sonraki yaşamında görme yetisinin yavaş yavaş azalacağını, bir süre sonra da yok olacağını söylüyor. ”Ardı ardına gelen yıkımlar isyanlarımı bitirdi” dedi usulca anne. ”Yapacak, isyan edecek bir şey kalmamıştı artık. Yolumuza böyle devam edecektik. Yaşadığı sürece Emre’ye elimizden gelen bütün olanaklarımızı kullandırıp sevgimizi vererek…” Baba da yavaş yavaş eve gelmeye başlamış, oğlunu kucaklar olmuştu. Aile yeniden toparlanmaya başlamış ve güçlükler aşılmaya çalışılıyordu.
”Yaşamın ağırlığı paylaşıldıkça azalıyor”
Emre kaynaştırma eğitimi sonrası aslında çok da mutlu olmadığı şimdiki okuluna başlamış. Aile sırf Emre için evlerini Gölbaşı’nda okulun tel örgülerinin dibindeki siteye taşımıştı. Hafta sonlarını iple çeken Emre, babası ile Gölbaşı’nda göl kenarında geziler yapıyor ve şimdilik görebildiği hayatın tadını çıkartmaya çalışıyor. Yaşamın ağırlığı paylaşıldıkça hafifliyor. Emre’nin bizim bakışımızla zor olan yaşamı, Emre için zor değil. Çünkü o mutlu olmayı ve yaşadığı anlardan keyif almayı pek çok insandan daha iyi biliyor. Onun engeli zihni değil, biziz ya da bizlerin yarattığı yaşamlar… Eğer paylaşabilirsek yaşam hepimiz için daha engelsiz olabilecek. Emre’ler ne kadar engelliyse, toplum olarak bizler de en az onun kadar engelliyiz.
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) tarafından hazırlanmıştır.