Şancıııma…

Canım Kardeşim, küçüğüm,

Yeni yaşın kutlu olsun,

Tüm isteklerin gerçekleşsin.

* * *

Tanrı seni bu dünyaya otuz bir yıl önce

annenin yaş gününde getirdi.

Gel de inanma ilahi küçük oyunlara!

Zira doğmana daha bir ay vardı;

Sen erkenden, anneciğinin yaş gününde doğuverdin.

Sanki ana-kız, birbirine sımsıkı geçmiş kaderlerinizin

habercisiydin.

* * *

Hatırlıyorum da, annemiz doğum için hastanedeydi

Bizler de merak içinde evde.

Hani sekiz, yedi ve dört yaşındaki çocuklar

ne kadar meraklanabilirse, işte o kadar.

Daha ziyade şaşkınlıktı bizimkisi.

Rahmetli anneannemiz bizimleydi, hatırlıyorum,

Hikayeleriyle sakinleştiriyordu küçük yüreklerimizi.

* * *

Hastaneden eve gelişin

bir prensesin tahterevanla saraya taşınması gibiydi.

Sana ilk kez o zaman dikkatlice baktığım yer etmiş hafızama,

ve seni çok “sıska” ama güzel bulduğum…

Akça pakça bir bebektin.

Harika bir gülümsemen vardı.

Biz ablaların seni hemencecik, dirençsiz kabullendik.

* * *

Dört yaşında olanımız kıskanmasın diye

eve gelişinle aynı gün, babacığımız ona da,

9 no’lu plakası olan bir “düldül” getirmişti.

Anlayacağın ortalık iyice şenlik yerine dönmüştü gelişinle…

* * *

Her şey başladığı gibi güzel gitmedi küçüğüm.

Maalesef çok değil, iki sene sonra çok hastalandın.

Beynin ağır hasar aldı ve zeka özürlü oldun.

Üstelik de asla konuşamayacaktın.

Tanrım ne felaketti, ne şoktu hepimiz için!

Hesapta hiç böyle acayip bir şey yoktu!!!

EEEE, şimdi ne olacaktı yani halimiz???

* * *

Aslında bizler durumun vahamiyetini pek de anlamadık o zamanlar.

Zira annemiz babamız hep, her şey yolundaymış gibi davrandılar.

Ben senin asla iyileşemeyeceğini anladığımda

koskocaman bir kızdım, Lise 2’de.

Nasıl da dank etmişti acı gerçek kafama

tüm ağırlığı, melankolisi ve çözümsüzlüğü ile.

* * *

Sonra aslında her şey göründüğü kadar da kötü gitmedi.

Annen, baban sana eğitim şansı yarattılar.

Eve özel öğretmenler gelip gidiyordu,

okula da başlamıştın.

Hepimiz seni çok, ama çok seviyorduk.

Şimdiki gibi hala, öpmeye doyamıyorduk.

Aslında nice sonraları anladık ki,

şu garip ve fani dünyada en az acı çeken

kişi sendin aramızda;

dilediğin kadar kendi dünyanda, sessiz,

kimselere laf anlatmak zorunda olmadan,

kira, vergi, taksit ödeme, alışveriş derdinden uzak,

kariyer, hırs, başarı konularına sonsuz yabancı,

geçmiş, gelecek kaygısından habersiz,

patates kızartması, yoğurtlu pilav derdinde,

çay ve kola içme peşinde,

son derece kolay gülebilen bir insandın sen.

* * *

Hala da öylesin meleğim…

İlaçlar güzel yüzünü eğdi, uzattı,

diş etlerini adeta bir şebeğinkine benzetti!

Takıntıların vücudunda özel izler bıraktı

ama sen yine de hala çok sevimli, hala eğlence peşinde,

hala patates tava ve pilavdan sonsuz zevk alan,

gülmesi özel,

eşyaları kıymetli,

saçları parlak ve gür,

tıpkı eve ilk geldiğin günkü gibi,

tam bir prenses edasında,

asla acelesi olmayan,

son derece muzır, hatta çıkarcı;

misal, arabanın şoförü kimse, onun koluna giren,

anne, babayla kendince çekişip

kendi çapında intikam planları yapan…

Çeşme’de tatil hastası, oynak müzik meraklısı,

kolyeleri boynunda dizi dizi,

ayak parmakları ojeli…

* * *

Sen hep başımızın tacıydın meleğim.

Sen hep evimizin çıtkırıldım bebeğiydin küçük kuzum.

Yedirmekte, yıkamakta, giydirmekte, güldürmekte öncelikli,

Babamızın deyimiyle “Gezmeler Kraliçesi”,

aslında hepimizin gönlünün kraliçesi.

* * *

Kuşlar alemini çatlatacak kadar

çıkardığın o özel, güzel ve komik sesler,

ağzını tavana kadar açışın ve bir ısırışta dünyayı yutuşun!

Yirmi kelimeyi geçmeyen özel lügatin,

ve saflığın, dürüstlüğün, deli cesaretin, kuvvetin,

hatta gece kalan misafirin eline çantasını, pabucunu tutuşturuşun.

Sen hep çok komiktin bebeğim… Çok güldürdün bizi çoook.

Allah var şimdi, hep üzüntünle ağlatmadın yani.

* * *

Bizler senin, ya normal bir insan olabilseydin fantezileriyle avunduk,

senaryolar yazdık kafamızda,

vah vah! Bu tembellikle, kesin bu

üniversiteyi de kazanamazdı,

süs, gezme hevesinde anamızı, babamızı deli ederdi

gibisinden hayaller ürettik durduk sürekli.

Seni oyuncak yaptık oynadık,

yüzünü, gözünü boyadık, saçlarını şekilden şekle soktuk,

sana senin dilinde “ben eşeğim” demeyi öğrettik.

Deli dolu sözlerde, saçma gülücüklerde teselli aradık anlayacağın.

Sanırım böylece biraz olsun hafiflettik acımızın ağırlığını.

* * *

Biliyor musun, rüyalarımızda duyabildik konuştuğunu,

Hepimizin defalarca rüyalarına girdin sahi,

Güya konuşuyormuşsun, çok akıllıymışsın.

Hatta şu yaşımda, geçen gece yine benzer bir rüyada,

konuşuyordun, çok güzel sesin vardı.

Annene onu çok sevdiğini söylüyordun…

O kadar gerçekti ki!

Ah kalbimin sızısı, demek ki hala inceden inceye özlem duyuyorum

konuşabilmene, iyileşmene.

* * *

Gerçek şu ki küçüğüm, inan üçümüzden daha az üzdün bizimkileri.

Buluğ çağınla bunaltmadın onları,

gizlice sigara içmedin sen,

sağda solda ehliyetsiz araba kullanmadın,

kaçak kot pantolon isterim diye tutturmadın,

okulu, dershaneyi kırıp partilere gitmedin,

ikmale kalmadın, karnende ciddi kırıklar getirmedin.

Cumartesi geceleri camda pinekletmedin bizimkileri,

kapıları çarpıp yüzlerine, kaba saba konuşmadın,

yalan söylemedin, oyunlar çevirmedin.

Sen hep o sıcak yatağında, odanda, mutlu mutlu mırıldandın durdun.

Ev kedisi gibi uysal ve yumuşak, bir o kadar da başına buyruk.

Orada olduğundan hepimiz emindik daima,

bıçakla, makasla, ateşle, prizle oynamayacağından,

çamaşır suyu içmeyeceğinden.

Şimdi devlet babadan maaşın bile var üstelik,

okul masraflarını dahi kendin ödüyorsun.

Eh, bundan daha hayırlı evlat bulunabilir mi sahi insana?

* * *

Üstelik sen annemize babamıza düpedüz ek kariyer yaptırdın.

Bildiğin gibi değil! Onlar senin sayende

vatana, millete pek hayırlı bireyler oldular.

Sen onların hizmet aşkı, disiplini, azmi, övgü kaynağı oldun.

Televizyonlara, gazetelere başarı haberi yaptın onları.

Hani neredeyse yurt çapında ünlendiler!

Güzel heyecanlar yaşadılar sayende, güzel Vakıf geceleri, balolar,

Sağlam dostluklar, paylaşımlar…

* * *

Sen, neden niçin sorgulamalarımızın sebebi oldun küçük kuşum,

Şiirlerimizin, yağlı boya resimlerimizin ilham perisi.

Dört yaşında otuzluk bebeğim, inan!

Biraz olsun derinlik kazandıysak sayende oldu.

Senin sayende sorumluluk almayı öğrendik,

şefkat ve üzüntü duymayı, merhamet etmeyi,

şekli bozuk, garip görünüşlü insanları bile güzel görmeyi.

* * *

Şimdi bakıyorum da, ayaklarının üstündesin sahi.

Hani kendi başına okul gezmelerine gitmeler,

yatakhanede kalmalar…

Aman maşallah! Tahtaya, ahşaba üç tık tık.

Sen de gençsin pamuk tenlim,

Eğlenmek, özgürlük senin de hakkın.

Ancak babamız alınıyor biraz, haberin olsun!

“Diğer üçü neyse de” diyor,

“Hanım, bu da terk etti bizi!”

* * *

Mutlu yıllar Şan’cım, okuldaki partinde iyi eğlen

Sağ oldukça biz, kalbimizdesin, yatak odanda oluşun gibi,

aklımızın hep arka fonunda, ama mutlaka bir yerinde,

etkin, izin, sevgin depderin, capcanlı.

* * *

Bizler bir sürü toplumsal rolün içinde

bir de “özürlü” ablalarıyız, senin, seni çok seven ablaların

ve bu rolün gereği, tüm azametiyle iliklerimize kadar nüfuz etti,

bilincimizin altına, üstüne, ortasına, her yerine…

Ve yaşayanlar bilir sanırım,

bize çok şey ve en önemlisi insanlığı öğretti bu rol.

* * *

Merak etme kuzum, bir gün roller bitecek,

perde inecek ve biz hepimiz, her zaman olduğu gibi

Tanrı’nın emin ellerinde, O’nun sonsuz diyarlarında,

bir daha acı çekmemecesine, istediğimiz kadar özgür olacağız,

istediğimiz kadar çene çalacağız…

Meltem Dirik Nauer

30 Nisan 2003, Zürih